? Hekimlerin Tıbbi Sorumlulukları | Güzeloğlu Hukuk Bürosu
Tarih : 27.09.2017

Hekimlerin Tıbbi Sorumlulukları

Türk ceza ve medeni hukuk mevzuatında hekimlerin mesleki sorumluluğunu düzenleyen özel maddeler bulunmamaktadır. Her ne kadar hekimlik mesleğinin uygulamalarını düzenleyen özel kanunlar var olsa bile bunlar hekimlere sadece etik açıdan bir sorumluluk yüklemekte, cezai ve hukuki sorumluluğu kapsamamaktadır. Bu nedenden ötürü hekimlerin sorumluluklarına genel hükümler dahilinde başvurulmaktadır.
Abdülkadir Güzeloğlu & Tarık Kurban

Hekimlerin, hatalı tıbbi müdahale sonucu sorumluluğunun doğabilmesi için, hekimin söz konusu fiilinin hukuka aykırı olması, bir zararın meydana gelmiş olması, söz konusu bu zararın hekimin kusurlu davranışının bir sonucu olarak meydana gelmiş olması ve hekimin fiili ile meydana gelen sonuç arasında nedensellik (illiyet) bağının bulunması gerekmektedir. Bu unsurların hepsinin varlığı halinde söz konusu zarar bakımından hekimin sorumluluğuna gidilebilmektedir.

Yukarıdaki unsurların varlığı halinde ceza hukuku açısından, hatalı tıbbi uygulamanın ağırlığına göre hüküm tesisi edilmektedir. Buna göre söz konusu hatalı tıbbi müdahale hastada yaralanmaya yol açtı ise Türk Ceza Kanunu'nun, somut olayın özelliğine göre taksirle yaralama, kasten yaralama, kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi yahut neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama hükümlerinin uygulanması; ölüme yol açması halinde ise neticesi sebebiyle ölüme yol açan ağırlamış adam yaralama, kasten adam öldürme, taksirle öldürme, kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi hükümleri uygulanmaktadır.

Doktrinde Kasten adam öldürme ve yaralama hükümlerinin uygulanması halinde artık hekimin sorumluluğunun "hatalı tıbbi müdahale" sonucu doğmuş olan bir sorumluluk olmayacağı ifade edilmektedir. Nitekim kasti bir şekilde bu fiilleri işleyen bir hekimin bu fiili gerçekleştirirken hekimlik mesleği içerisinde hareket ettiği söylenemeyecektir. Ancak bu sorumluluğu doğuran fiilin manevi unsurunu "olası kast" oluşturabilmektedir. Zira olası kast halinde suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi söz konusu olmaktadır. Bir hekimin fiilin sonucunu öngörmesine rağmen, umursamaz tavırlarla hareket etmesi nedeni ile hukuki sorumluluk doğuran bir zararın meydana gelmesi halinde hekimlik mesleği dahilinde hatalı tıbbi müdahaleden bahsedilebilmektedir.

Hekimlerin hukuki açıdan sorumluluklarına ise tazminat davaları ile başvurulmaktadır. Burada da Borçlar Kanunu hükümleri kullanılmaktadır. Borçlar Kanunu'nun 49. Maddesi "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür" hükmü ile bu hususu düzenlemektedir.

Borçlar Kanunu'nun 50. Maddesi, haksız fiilden doğan zararı ve zarar verenin kusurunu, zarar görenin ispat edeceğini düzenlemektedir. Buna göre hatalı tıbbi uygulama sonucu zarar gördüğünü iddia eden hasta yahut onun temsilcisi, zararı ve doktorun bu konudaki kusurunu ve illiyet bağını ispatlamak zorunda olmaktadır.  

Hatalı Tıbbi Uygulama (Malpraktis) 

Malpraktis (Malpractice) kelimesi, mesleki yetersizlik yahut hata kaynaklı yanlış mesleki uygulama anlamına gelmektedir. Ancak günümüzde sıklıkla hekimlerin hatalı tıbbi uygulamaları anlamında kullanılmaktadır.

Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 13. Maddesinde tıbbi hata "Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulaması" olarak tanımlanmaktadır. Dünya Tabipler Birliği ise, malpraktisi "hekimin tedavi sırasında standart, güncel uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavisini vermemesiyle oluşan hasar" olarak tanımlamaktadır.

Bu tanıma göre, hatalı tıbbi uygulama sonucu doğacak olan sorumluluk bir kusur sorumluluğudur. Hekimin kusurunun belirlenmesinde "tecrübeli bir uzman hekim standardı" referans noktası olarak kullanılmaktadır. Burada tıp ilmi ve bu ilimle uğraşanlar tarafından kabul edilmiş ve kullanıla gelen mesleki kurallar, standardı oluşturmaktadır.

Bir tıbbi uygulamanın hatalı olup olmadığı üç farklı açıdan incelenebilmektedir. Bunlar tanı hataları, tedavi hataları ve diğer hatalardır.

1. Tanı Hataları

Tanı hatası, tedavi öncesinde, esnasında veya daha sonraki kontrollerde, tanı koyma sürecinde yapılan hatalar nedeni ile hastanın zarar görmesi anlamına gelmektedir. Tanının geç konulması, bilimsel olmayan, güncelliğini yitirmiş veya eksik yöntemlerle hatalı tanı konulması veya tanının hiç konulamaması, tanı için yapılan testlerin uygulanmasında yapılan hatalar tanı hatalarına dahil olmaktadır.

2. Tedavi Hataları

Tecrübeli bir uzman hekim standardı ölçüt alındığı vakit, önlenebilir niteliğe sahip olan, hastaya herhangi bir şekilde zarar veren tedavinin yan etkileri tedavi hataları olarak tanımlanmaktadır. Tedavi hataları, sakatlığın, sendromun, davranışın, enfeksiyonun veya diğer hastalık durumlarının, yukarıdaki niteliklere göre yanlış tedavilerini kapsamaktadır. Tedavinin uygulamasında eksikliğin söz konusu olması, yanlış ilaç yada yanlış dozda ilacın uygulanması, tedavinin geciktirilmesi, yanlış tedavinin uygulanması, gereksiz tedavinin uygulanması, ameliyat sonrası (postoperatif) takibin yanlış, uygunsuz veya yetersiz yapılması gibi hatalı uygulamalar tedavi hatalarını oluşturduğu söylenebilir.

3. Diğer Hatalar

Tanı yahut tedavi hataları olarak tanımlanamayan, ancak tecrübeli bir uzman hekim standart ölçüt olarak alındığı vakit ortaya çıkmayacağı söylenebilen ve hastaya zarar vermiş olan uygulamalar bu kategori içinde sayılabilir. Özellikle iletişimde yetersizliğe bağlı hatalar, kullanılan ekipmanların yetersizliği ve diğer sisteme bağlı yetersizlikler örnek olarak sayılabilir.

Komplikasyon ve Malpraktis Ayırımı

Komplikasyon, tıbbi müdahale sırasında öngörülmeyen, öngörülmüş olsa bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuç anlamına gelmektedir. Komplikasyon sonucu oluşan zararın hekimin bilgisizliği, deneyimsizliği ya da ilgisizliği nedeniyle meydana gelmemiş olması gerekmektedir. Yargı ve Doktrin tarafından komplikasyon sorumluluğu ceza hukuku anlamında kaza-tesadüf hali olarak ifade edilmektedir.

Tıbbi müdahale doğası gereği belli oranda tehlikeyi içinde barındırmaktadır. Bu tehlikenin varlığına binaen, özellikle cerrahi gibi müteaddit risk ihtiva eden dallar için kusur sorumluluğunun katı bir şekilde uygulanmamasının gerekliliği doktrin tarafından ifade edilmektedir. Gerçekten de idarenin, faaliyetlerinden ötürü meydana gelen zararları, idarenin kusuru olmasa dahi tazmin etme yükümlülüğü olan idarenin kusursuz sorumluluğu Danıştay tarafından tıbbi müdahaleler çerçevesinde dar yorumlanmaktadır. Zira Danıştay'ın idarenin tıbbi hizmetlerinden dolayı kusursuz sorumluluğunun bulunmadığına dair kararları bulunmaktadır.

Nitekim klasik hukuk doktrininde doktor hasta arasındaki hukuki ilişki, vekalet ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Vekalet sözleşmesinde vekil, müvekkiline anlaşma konusu işi yapmayı taahhüt etmektedir. Ancak vekilin sorumluluğu söz konusu işin kesin surette görülmesini değil, bu işi yapabilmek için elinden gelen her şeyi yapmasını kapsamaktadır. Elinden gelen her şeyi yaptığı halde sonuç elde edemedi ise vekilin sorumluluğundan bahsedilememektedir. Bu perspektifte hekim, tecrübeli bir uzman hekimin göstereceği azami gayreti gösterdiği halde, kendisinden kaynaklanmayan nedenlerden ötürü istenilen sonuca ulaşamadıysa artık hekimin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.

Aynı doğrultuda Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, “tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmalıdır” denilmektedir.

Bununla birlikte doktor-hasra arasında bulolunan vekalet sözleşmesinde yer alan özen unsuru saptanırken, standart ve çağdaş tanı ve  tedavi yöntemlerinin kullanılmasında doktorun görev aldığı hastane ve bölgesel olarak bulunduğu yer birlikte incelenmeli ve hakkaniyete uygun bir tespit yapılmalıdır.

Buna göre malpraktisin varlığı halinde hekimin sorumluluğundan söz konusu olmaktayken, komplikasyon durumunda hekim ortaya çıkan zarardan sorumlu tutulamamaktadır.

Konsültasyon

Konsültasyon, hastanın tanı, tedavi ve takibi için sorumlu hekimin gerekli gördüğünde diğer uzmanlık dalları ile görüş alışverişinde bulunması anlamına gelmektedir. Tıp biliminin ilerlemesine bağlı olarak günümüzde uzmanlık alanlarının sayısı giderek artmaktadır. Bu nedenle bir vakaya bütüncül yaklaşabilmek için, birden fazla tıp alanının birlikte çalışması kaçınılmaz olmuştur. Doğru tanı ve etkili tedavinin yapılabilmesi amacıyla kendi uzmanlık alanını uygulayan hekim, diğer alanlarda çalışan uzmanların da bilgi ve teknik desteğine ihtiyaç duymaktadır.

Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları uyarınca konsültasyon sürecinin düzenli işleyebilmesi ve bir hekim hakkı olarak yaşama geçirilebilmesi için şu hususlara riayet edilmesi gerekmektedir;
a) Hasta izlemi sırasında, değişik uzmanlık alanlarının görüş ve uygulamalarına gereksinim doğduğunda, tedaviyi yürüten hekim durumu hasta ve/veya yakınlarına bildirmelidir.
  
b) Konsültasyonu hastanın tedaviyi yürüten hekimi yazılı olarak ister. Yazılı istemde hastanın özellikleri, konsültasyon isteğinin nedenleri açık ve anlaşılır biçimde belirtilir.

c) Konsültasyon sürecinde konsültan hekim de hastanın sürekli hekimi gibi hastadan sorumludur.

d) Konsültan hekim, alanında bilimsel ve teknik bilgiye sahip olmalıdır.

e) Konsültasyon sonucunda, konsültasyonun gerekçesi ve sonuçları, açık ve anlaşılır biçimde bir tutanak ile belgelenir.

f) Konsültasyonun sonuçlarından hastalar da yeterli ölçüde bilgilendirilir.

g) Konsültasyonun sonucunda hastanın tedaviyi yürüten hekimi ile konsültan hekimin görüş ve kanaatleri arasında fark olur ve hasta konsültan hekimin önerilerini kabul ederse, hastanın tedaviyi yürüten hekimi tedaviyi bırakabilir.

h)Konsültasyon istenen hekim davete uymak zorundadır.

Ayrıca bu kurallar çerçevesinde hekimin meslektaşları ile meslek uygulaması konusunda uzlaşmaz bir anlaşmazlığa düştüğünde ya da tıp etiği açısından yanlış davranan bir meslektaşının bu davranışını kasıtlı bir biçimde sürdürmesi durumunda yerel tabip odasına konuyla ilgili bildirimde bulunması, hekimler üzerinde bir yükümlülük olarak düzenlenmektedir.

Aydınlatılmış Onam

Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları'nın 26. Maddesi aydınlatılmış onamı " Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında" aydınlatması olarak tanımlamaktadır.

Aynı yönetmelik uyarınca aydınlatılmış onamın geçerlilik şartları şu şekilde sayılmıştır.

Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır.

Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir.

Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler.

Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir.

Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.

Ayrıca şu hallerin varlığı halinde aydınlatılmış onam yükü hafifletilmekte yahut tamamen kaldırılmaktadır.

Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.

Hekim temsilcinin izin vermemesinin kötü niyete dayandığını düşünüyor ve bu durum hastanın yaşamını tehdit ediyorsa, durum adli mercilere bildirilerek izin alınmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda, hekim başka bir meslektaşına danışmaya çalışır ya da yalnızca yaşamı kurtarmaya yönelik girişimlerde bulunur.

Acil durumlarda müdahale etmek hekimin takdirindedir.

Tedavisi yasalarla zorunlu kılınan hastalıklar toplum sağlığını tehdit ettiği için hasta veya yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamı alınmasa da gerekli tedavi yapılır.

Ayrıca aynı maddede hastanın vermiş olduğu aydınlatılmış onamı dilediği zaman geri alabileceği belirtilmektedir.

Aynı bilgilendirilmek gibi, bilgilendirilmemekte hasta bakımından bir haktır. Buna göre hasta hastalığı konusunda bilgilendirilmek istemediğini belirtmişse, hekimin bilgi vermesi gerekliliğinden bahsedilemez. Ailenin haberdar edilmesi ise hastayla görüş birliğine varılarak yapılması gerekmektedir. Bilinçsiz durumdaki hastalar için, yakınlarının bilgilendirilip bilgilendirilmemesine hekim her olayın somut şartlarına göre karar vermektedir.
Yazar: Abdülkadir Güzeloğlu & Tarık Kurban
İlişkili Alanlar: Dava Takibi ve Uyuşmazlık Çözümü